Reklamı Geç
Reklam
Diyarbakır
DOLAR32.5714
EURO34.7243
ALTIN2413.6
BTC/USD66300.8
Reklam Alnı
Haydar Alper Eser

Haydar Alper Eser

Mail: [email protected]

Reklam Alnı

Hükm-ü Horoz

Hükm-ü Horoz

Haydar Alper Eser
Haberdiyarbakir.Org
// Columnist
İletişimhaberdiyarbakir.org@msn.com

Merhabalar efendim. Efendim diye başlıyorum söze. Zira efendimsiniz benim. Şu şartlarda hayatta kalmaya çalışan kadın, yaşlı, çocuk herkesin ellerinden öpüyorum. Geçen ay yazılan iki yazı toplam altı bine yakın okunma almış. Bu altı bin için ayrıca teşekkürler. Gündeme dair bir şeyler söyleyip kaçma derdindeyim her zamanki gibi. Konu çok, söz kifayetsiz! Dilimi tutmak zorundayım. Mübarek ramazan ayınızı tebrik ediyorum ve bunun gibi toplumun aferinini kazanmaya çalışma amacı taşıyan birçok şeyi de. Müsait olduğunuz bir gün aranızdan özenle seçilmiş insanların evine çat kapı iftara gelebilirim. Sonuçta halkım. Gerçi halk olmam pek geçerli değil kelam konusunda. Halktanım, bu daha doğru olabilir. Halkçıyım, halkı severim, halkın zaafını bilirim, halkı sömürürüm, halkı aptal yerine koyarım. Halk içinden çıkan üç beş genci parmaklarımın arasına alır sıkıştırırım. Soru sormayı yasak ederim. Soru işaretlerini, noktasından idam ederim. Merhum Nizar Kabbani’nin bir açılışı geliyor aklıma yazdığı yasak şiirlerde. ‘’Şarkıcı nasıl söyler şarkısını, dudakları dikilmişken efendim?’’ Evet, bizler de dudakları dikilmiş şarkıcılarız şu dönemlerde. Kaldırdığımız her baş, gövdesinden ayrılmaya dair tehditler almakla meşgul. Okullarda anlattığım akran zorbalığı yerine başka bir alanda yapılan zorbalığı yazmak istiyorum. Buraya yazamadığım her harf ise düşüncemin mağduriyetini kanıtlıyor.

Ramazan; rahmet, bolluk, bereket, gösteriş, israf ve tiyatro ayıdır. Patronlar işçilerine verdiği yemeklerde böbürlenerek kendilerini Allah’a daha yakın hissederler. İşçiler ise tuttukları oruç için rızık gönderen Allah’a aynı yakınlığı duyarlar. Sonuç olarak her kesim Allah’a daha yakın hisseder. Allah kendini bizlere yakın hisseder mi? Meçhul burası, zira bizim yakın hissetmemizden daha önemlisi onun ellerinin sırtımızda olması değil mi? Estağfurullah diyerek okuyorum. Estağfurullah diyerek yazıyorum. Son yirmi yılın patronları, çocukluğumda tanıdığım Allah’ı daha farklı anlatıyor. Oysa çocukluk anılarımız yazılan tüm makaleler ve tezlerden daha geçerli olmalı. Yardımlaşma babında patates çuvalları ile pozlar veren takım elbiseler neyi hatırlattı bizlere? Gözünde üç damla yaş ve kalbinde gömdüğü çocuğunun anısı kalan anneye meydanlarda ev anahtarı uzatan zihniyet ile aynı değil mi? Kendilerini yeryüzündeki bir gölge sanıyorlar. Yaşayamıyoruz dedikçe kanaatkâr olun deniyor. Ben kanaat ederken birileri burnundan gençliğimi çekiyor. Meydanlarda çokça kullanılan Arapça kelimelerle aram iyidir ve bu dilin bir din ile hiçbir ilgisi yok. Yapılan şey dinin eleştirisi değil de dinin sömürüsüne karşı yapılan eleştiri sayılabilir.

Vakalar artıyor efendim. Hepimiz sorumluyuz. Seksen dört milyon insanın suçu var. Bir hafta dükkân açmayınca sigarayı üç pakete çıkaran amcam ile başkentte binleri toplayan yalan kravatları aynı sorumluluk derecesinde. Sağlık, eğitime göz kırpıyor. Eğitim ise kendini turizm için feda etmeye hazırlanıyor. Libya’ya yardımlar gönderiyoruz. Mavi vatanı destekliyoruz ve her zaman olduğu gibi Yunan bize düşman, Alman bizi kıskanmakla meşhur! Okulları kapatalım, çocukları rezillik içinde bırakalım. Öğretmenlerimize inisiyatif kavramını açıklayalım. Özveri diyelim. Ücretsiz izinler verip kovmayı kibarlaştıralım. Her şeyin bir pahasının olduğu şu çağda, insan onurunu üç kuruşa satalım. Annem affeder belki sizleri. Peki ya tarih? Verdiğiniz rüşvetlere, başvurular ile işe alım sürecinde adı çıkanın ismini listede aramalarınıza falan ne der sosyal bilimler? Etik tartışması yapılır mı bu işin yoksa akademiden uzak bir şeref kavramından mı bahsetmem gerekir?

‘’Turistler için bir ülke nasıl feda edilir?’’ isimli oyunumuzun ikinci perdesi başlayacak birkaç gün sonra. Antalya bizim olsun. Diyarbakır’ı yakalım. Kaleiçi’ne iki büyük cin fizz, Keçi Burcu’na iki küçük tabut! Eylüle kendimizi atarsak iyi, ekim ve kasımı görürsek tadından yenmez. Kışın gelmez kimse buralara. Vatandaşta da vardır hayli para. Gördün mü sokakta ‘’kaşının üstünde gözün var’’ deyu al cebinsen üç bin küsur.  Üç ondan, üç ondan topla topla lazım olur. Kumbara boş, ülkenin ekonomi bakanı da maliye sorumlusu da sizsiniz efendim. Efendim diyorum size, zira efendilerimsiniz siz. Tadım yok, yazdıklarım anlamsız. Böyle gelmiş böyle gitmez demek isterdim ancak ülkeme dair umudum tıpkı kendi geleceğime dair umudum gibi. Zaten bu da bir paradoks ya! Ülke düzelirse umudum düzelir belki. Gençliğim gitmiş olur ama ne yapalım. Ortadoğu burası ve bizler de bu bölgenin kara gözlü çocuklarıyız. Gözümüz kara değil, karamız göz! Herkes masada bir şeyler bırakıyor. Kimi kol, kimi bacak, kimi eş, kimi çocuk! Kimi de söz bırakıyor. Yere düşüyor sözleri. Üstüne koca bir halk basıyor. Nefretimi kusmama müsaade ettiğiniz için tekrar teşekkür ediyor ve sözü Şam’ın özgür güvercinine bırakıyorum. Bir sonraki yazıya kadar sizlerden hiçbir şey talep etmiyorum. Hayatta kalmanız, kahramanlığınız ile eşdeğer çünkü. Horoz Kasidesi’nin yedi, sekiz ve dokuzuncubölümünü bırakıyor, selamet diliyorum. Horoz’un hükmettiği bu memlekette! 7. Bütün marifeti tabancasıyla kelimelerin tepesine ateş etmek olan bir horoz varmahallemizde. 8.Mahallemizde asabi, zırdeli bir horoz var haccac gibi konuşur bir gün veme’mun gibi yürür kibirle cami’nin minaresinden haykırak:“beriyim ben noksanlıklardan,beriyim kusurlardan hem devletim ben hem de kanun” 9.Nasıl gelecek bize bereketli yağmur?nasıl yetişecek buğday?hayır nasıl inecek üzerimize ve bereket nasıl örtecek bizi?allah’ın yönetmediği horozun hükmettiği bir memlekette?

Yorum Yazın

Reklam Alnı
Ana Sayfa
Web TV
Foto Galeri
Yazarlar